MANDALİNA AĞACI

BDoğumundan 35 yıl sonra unutmuştu her şeyi Hakan. Yürümeyi, konuşmayı, yemek yemeyi, giyinmeyi, gülmeyi, karış karış gezmeyi. Her şeyi unutmuştu. Şimdi hiç tanımadığı, bilmediği, daha önce görmediği o koca soğuk binanın bir odasında yatağa bağlı öylece tavana bakıyordu hareketsiz.
Hâlbuki ne çok severdi gezinirken karşısına çıkan mandalina ağacının çiçeklerini koparıp koklamayı. Onu hep çocukluğuna götürürdü. Henüz 8 yaşlarındayken burnuna uzaktan gelen o naif kokuyu anlayamamış, annesi Nursel’e sormuştu;
“Çok güzel bir şey koktu anne, ne bu?”
“Mandalinalar kokuyor oğlum, dur bak.” demişti annesi, bir çiçeğini boyu yetişemediğinden koparıp ona vermişti, içine çekmişti Hakan da derin ve usulca. Bir daha hiç unutmamıştı. Ama artık burnuna gelemeyecek kadar uzaktı mandalina ağaçlarının kokuları.
Aslında o istemişti her şeyden uzaklaşmayı, bir süre uzun bir uykuya dalmayı. Yoğun çalıştığı günlerde de hep söylenirdi, “Şöyle üç ay beni bir bırakın da uyuyayım.” derdi her uykusuz kaldığında. Çok severdi uyumayı. Böyle olacağını bilse nefret ederdi belki de. Böyle olacağını bilse hiç konuşmazdı.
Ama o hep çok konuşkandı. Her şeyi unutmadan önce çok da neşeliydi. Girdiği her ortamda mutluluk saçardı etrafına. Enerjisi ondan önce gelirdi. Kalabalıklar içinde en çok gürültüyü yapan hep o olurdu. Ebru’ya âşık olup evlendikten sonra da değişmedi. Bir kızı oldu Ada, Hakan da baba oldu ama yine bırakmadı gürültü yapmayı. Neşesi, sevgisi, mutluluğu, gülümsemesi hiç bitmezdi. Ebru hep “İki çocuğum var benim.” Derdi. Hakan’ın ailesinden kimse şaşırmazdı buna. Annesi Nursel ve abisi Ferit; “Biz sana bu çocuğu alırken bir daha düşün demiştik.” Diye dalga geçerlerdi Ebru’yla.
Ebru’dan önce uzun zaman üç kişilik bir aileydiler. Nursel, Ferit ve Hakan. Babaları onlar çok küçükken ölmüştü. Önce Ferit sonra da Hakan evlenmişti. Nursel’se yaşlanmış ve kendine bakamayacak halde tek başına kalmıştı o koskoca evde. Bir gün iki çocuğunu da eve çağırdı, onlarla baş başa oturup konuşacaktı. Hakan ve Ferit de işten çıkıp annelerinin evine gitmişlerdi.
“Hoş geldiniz canlarım.” Diye karşıladı Nursel ikisini de. Özlüyordu çocuklarını ama belli etmiyordu, çağırmasa gelecekleri de yoktu.
“Hadi geçin sofraya, en sevdiğiniz yemekleri yaptım.” dedi.
“Ooooh annem, döktürmüşsün gene.” dedi Hakan.
“Annecim ne zahmet ediyorsun, yoruyorsun kendini.” diye sitem etti annesine Ferit.
Hep daha düşünceliydi Hakan’a göre;
“A-aa ne zahmeti oğlum, kırk yılın başında çocuklarımla şöyle keyifli keyifli yemek yiyeceğiz.”
“Oh oh ellerine sağlık annem.” dedi Hakan.
Bütün yemek boyunca geçmişi anıp, keyifle yediler yemeklerini. En güzel yıllarının çocuklukları olduğunu hatırladılar yeniden. Hemen mandalina kokusu ilişti Hakan’ın burnuna, içi buruldu, gidip annesinin yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. Nursel de sarıldı oğluna, ikisi de ona çok çektirmişlerdi ama Nursel buna rağmen yine olsa yaşamak isterdi.
Kahvelerini içmek için koltuklara geçtiler;
“Ee anne, hadi asıl konuya gelelim. Ne oldu?” diye sordu doğrudan Hakan.
“Evet annecim, merak ettik bir sorun yok değil mi?”
“Yok yok merak edilecek bir şey yok. İyiyim ben.”
“Hadi hadi, var sende bir şey anlat.” dedi Hakan.
“Bakın çocuklar, beni yanlış anlamayın sakın. Ama artık yaşlandım. Tek başıma yetemiyorum bu eve.”
“E anne ben sana kaç kere söyledim yorma kendini, temizliğe falan bir kadın çağıralım diye.” dedi Ferit.
“Yok oğlum, sadece temizliğe kadınla bitmiyor. Yetemiyorum işte. Bazen tansiyonum çıkıyor, bazen şekerim yükseliyor, kalbim sıkışıyor yani ölüp gitsem haberiniz olmaz çürürüm bu evde.”
“Anne o nasıl laf, hayret bir şeysin.” diye çıkıştı Ferit.
“E tamam ne yapalım, ne istersin?” diye şaşkınlıkla sordu Hakan.
Sessizlik oldu. İkisinin de aklına gelmemişti, Nursel’se onlardan duymayı bekledi. Suratına bakıyorlardı yalnızca merak içinde, daha fazla bekleyemedi, zaten insanı en çok üzen şey değil miydi beklenti içinde öylece beklemek, söze girdi;
“Yani ne bileyim, eğer sorun olmayacaksa, biraz birinizde biraz birinizde kalsam diye düşündüm. En azından kötüleştiğimde hastaneye götürebilirsiniz.” dedi çekinerek.
Hakan ve Ferit duydukları karşısında bakakalmışlardı annelerine, cevap veremediler bir süre, ikisi de bu duruma eşlerinin vereceği tepkileri, düzenlerinin bozulacağını düşünmüşlerdi annelerini düşünmek yerine, sonra Hakan girdi lafa;
“Yani ama öyle düzenin olmaz. Nerede yaşadığın belli değil.”
“Yok oğlum neyim var ki sanki bir bavulumdan başka. Düzenim olsa ne olacak.”
“Olmaz ki annecim öyle, bir orada bir burada.” diye Hakan’ı destekledi Ferit de.
“Tamam tamam, kıvranmayın anladım ben sizi. Ne demek istediğinizi de gayet iyi anladım. O zaman huzurevi ayarlayalım. Orada yaşarım.”
“Anne ne alakası var şimdi?” dedi Hakan,
“Nasıl ne alakası var oğlum? Tek başıma yaşayamam dedim, e sizle de yaşayamıyorum. O zaman tek çözüm var. Huzurevine yerleştirin beni.”
“Emin misin annecim?” diye sordu Ferit teyit etmek istercesine.
Yalnızca başını salladı Nursel. Söylenecek çok da bir şey kalmamıştı zaten.
Böylece evden çıkıp gittiler, geldiklerinin aksine evin havası değişmişti; sessiz, buruk, cevapsız, kırgın.
Hakan’la Ferit kapının önünde sanki içeride yaşadıklarından kaçar gibi, birbirlerinden utanırcasına yüz yüze gelmemeye çalışarak uzaklaştılar evlerine doğru. Hakan eve gittiğinde de henüz kendine gelememişti;
“Hakan? Ne oldu? Bir şey var sende? Bir sorun mu çıktı yemekte?” diye sordu Ebru.
“Yok iyiyim.”
“Bırak Allah aşkına, anlamıyorum sanki.”
“Konuşmak istemiyorum Ebru.”
“Hayatım saçmalama, biz her şeyi konuşarak çözeriz. Niye böyle yapıyorsun?”
“Bilmiyorum, garipti işte.”
“Ne oldu anlat hadi?”
“Ya annem ne zamandır yetemiyorum tek başıma diyordu zaten biliyorsun. Yine aynı yere geldi konu.”
“E tutun bir kadın, Ferit söyleyip duruyordu.”
“Hayır öyle istemiyor, kadının gelip temizlik yapmasıyla bitmiyormuş, işte kötüleşiyorum diyor. Ya ölsem kalsam çürürüm burada dedi ya inanabiliyor musun?”
“Ee ama abartmış gerçekten.”
“Sizde kalayım dedi. Yani bir bizde bir Feritlerde.”
“Nasıl yani?”
“İşte evi kapatacakmış.” dedi, sessizlik oldu, Ebru cevap vermiyordu;
“Kabul ettiniz mi?” diye sordu çekinceli ama bir o kadar da sitemkâr tavırlarla, Nursel’in yanlarında kalmasını asla istemediği bu soruyu sorma şeklinden bile belliydi.
“Hayır.” dediğinde Ebru belli edercesine derin bir oh çekti, Hakan devam etti;
“Yani bir şey diyemedik öyle dediğinde, ikimizde bakakaldık. Annem de sinirlendi o halimize, huzurevine yerleştirin beni dedi.”
“Üzülme hayatım, böylesi onun için daha iyi, hem böylece yeni arkadaşları da olur.”
“Bilmiyorum.” Dedi Hakan, Ebru duydukları karşısında neredeyse mutluluktan Hakan’ın boynuna sarılacaktı. Kayınvalidesi ile yaşamak onun için ölümden beterdi, konu boşanmaya gelmeden kapandığı için mutluydu Ebru, yoksa Ada’yı da alıp bir dakika bile durmazdı o evde. Hakan’sa Ebru’nun yuvasını bu kadar kolay ve umarsızca yıkabileceğinden habersiz yatmaya gitti, temiz bir uyku onu kendine getirecekti.
Benzer diyaloglar Ferit’in evinde de geçmişti. Eskiden olduğu gibi iki kardeş aynı anda buruk hissediyordu. Çocukluklarında da çözemedikleri sorunların üzerine gitmek yerine içleri buruk odalarına çekilmeyi seçerlerdi. Nursel onlara ayrı odalar vermişti. Kendinden vazgeçmiş, hayatını onlara adamış, her zaman fedakârlık yapmıştı. Ama şimdi iki oğlu da koskoca evlerinde annelerine verecek bir oda bulamamışlardı. Nursel bu gerçekle yüzleşmenin kırgınlığı içinde geçirdi geceyi. Bir gün huzurevine yerleşmek zorunda kalacağı kırk yıl düşünse aklına gelmezdi. Ama aklından geçmeyen yeni yaşamı çocuklarının hızla işe koyulmasıyla kısa zamanda gerçeğe dönüştü.
Yılbaşı gecesi yerleştirilecekti Nursel huzurevine. Ferit’in evinde toplanıldı yılbaşı için, Nursel çocuklarına söylediği gibi elinde küçük bir valizle gelmişti, kutlamadan sonra yeni yaşamı başlayacaktı, Hakan eve dönmeden önce bırakacaktı onu.
En buruk yılbaşı gecesi olmuştu Nursel’in. Dişlerini çekinmeden herkese gösterdiği, hiçbir şey düşünmeden eğlendiği, büyük heyecanlarla hazırlık yaptığı yılbaşı gecelerinin aksine tüm hevesi kursağında, kırgın girmişti yeni yıla. Gelinleri durumu bilmiyor gibi yapıyor, her şey normalmiş gibi davranıyorlardı. Torunları geliyordu yanına, Ada hiç ayrılmamıştı dizinin dibinden sanki küçük kalbi hissetmiş gibiydi.
Gecenin sonunda Nursel Feritlerle vedalaştıktan sonra arabaya bindi. Hakan kullanıyordu, Ebru yanında, arka koltukta da Ada ve Nursel el ele oturuyorlardı. Ada babaannesine şakalar yapıyor, Nursel de onu kırmamak için zorla gülümsüyordu.
Karlı yollardan gittikleri sırada karşı şeritten bir araba uçtu üzerlerine doğru, büyük bir gümbürtü yankılandı. Hakan ve Nursel’in olduğu taraftaydı uçan arabanın tüm ağırlığı.
Saniyeler içinde bitti her şey, zaman birden vazgeçti ilerlemekten.
Bu vahim kazada Ebru ve Ada hafif derecede kırıklarla hayata dönmüşken; Nursel oracıkta ölmüştü zaten gitmek için bahane ararcasına, Hakan’sa bitkisel hayata girmişti hep istediği yaşama kavuşmuşçasına.
Nursel, yaşamak istemediği huzurevine giden yolda bir ışık görmüş, ona istediği hayatı bahşeden bu ışığı takip etmişti sanki.
Hakan’sa yıllardır istediği 3 aylık uykusuna böylece dalabilmişti. Tutulan dileklerin, söylenen isteklerin bir anda gerçek olacağını kanıtlamıştı sanki.
Şimdi Hakan’ın annesini sığdıramadığı evine Ebru da onu sığdıramamıştı. Hakan’ı kısa zamanda annesi için ayarladıkları o huzurevine yerleştirdi.
Hakan, annesini kapatmak istediği o odanın içinde, doğumundan 35 yıl sonra her şeyi unutmuştu. Yürümeyi, konuşmayı, yemek yemeyi, giyinmeyi, gülmeyi, karış karış gezmeyi. Her şeyi unutmuştu. O koca soğuk binanın bir odasında yatağa bağlı öylece tavana bakıyordu hareketsiz.
Yaklaşık 10 yıl sonra Ada geldi babasını ziyarete, artık Amerika’da yaşıyordu annesiyle.
Yatağının hemen yanına oturdu;
“Canım babam, özür dilerim. Gelemedim. Ama bak sana ne getirdim.” dedi ve kopardığı mandalina ağacının çiçeklerini uzattı Hakan’ın burnuna doğru.
Kokuları ince ince sızdı vücuduna bir sis gibi, sızarken tüm hücrelerine aktı sanki, kalbini deldi birden. Her şeyi unutmuştu ama o koku… O koku unutulmazdı. Hatırlatmıştı kendini ona yeniden. Yüreği sızladı en derininden.
Hareketsiz vücuduna, bomboş tavanda asılı kalan bakışlarına inat bir damla yaş süzüldü gözünden kulağına doğru usul usul. Yıllardır sustuğu ne varsa o yaşla bağırdı sanki etrafa…