VALİZ

Bilmemek mutluluk demiş ama bilmeden de edememişti. Hissetmeyi en çok istediği duygusu
olan mutluluktan; bilerek, görerek huzursuzluğa doğru, elinde koca bir valizle yola çıkmıştı.
Zifiri karanlık değildi yol. Ama hem uzun hem de kararmaya yüz tutmuş bir kışın akşam
saatleri gibiydi. Rüzgar sert ve soğuk esiyordu. Dallar, rüzgarın şiddetiyle öyle eğiliyordu ki
kopup etrafa fırlayacak diye heyecanlandırıyordu kalbini. Dalların canı yanmıyordu ama onun
bedenini valizin içine doldurdukları acıtıyordu.
Alaca karanlığın, rüzgarlı o soğuk akşamında, kimsenin olmadığı uzun yolda, elinde çek çekli
valiziyle çırılçıplak yürüyordu. Ayaklarına, biraz daha para kazanabilmek için malzemeden
çalınarak yapılmış asfaltın irili ufaklı taşları batıyordu. Durmuyordu yine de. Ayaklarının
acısından daha çok rahatsızlık veren başka konuları vardı. Bilmenin ağırlığıyla yürüyordu o
yolda. Bildiklerini içine koyduğu valizin ağırlığıyla yürüyordu. Valizi gibi kafası da
ağırlaşmıştı. Gözlerinin önünden gitmeye niyeti olmayan görüntüleri valize koyduğunu
sanıyordu ama zaman zaman oradan çıkıp, yolun ufkunda koca bir slayt gösterisine
dönüşüyordu. Her biri ağır ağır, koca koca geçiyordu gözlerinin önünden. İçi ürperiyordu.
Midesi bulanacak gibi oluyordu, durduruyordu kendini. Çünkü geri dönmek istiyordu uzun ve
hiç çıkmak istemediği o yoldan. Geri dönmemek için değil, valizine koyduklarından teker
teker kurtulmak için çıkmıştı o yola. Bırakıp dönecekti. Olur da midesi bulanır, içi almaz hale
gelirse dönmezdi bir daha. Sonu olmayan bir gidişin içinde bulurdu kendini. Buna engel
olmak için çabalıyordu. Düşünüyordu.
İnsanlar nasıl bu kadar acımasızdı? Kaç bedeni, hangi saikle, hangi amaçla, hangi şevkle
eskitmişlerdi? Hangi hisle kaydetmişlerdi? Hangi şehvetle saklamışlardı içlerinde?
Şimdi nereden başlayacaktı saklandığı ve ifşa olduğu için aptal yerine konamayıp, açıkça
gördüklerini. Gözlerinden, aklından, beyninden, kalbinden, hücrelerinden nasıl silecekti?
Valize koymak yetecek miydi? O valizi yakmak? Uçurumdan atmak? Neydi çözümü?
Durmadan soruyordu kendine. Ağır ağır yürümeyi de bırakmıyordu. İçi her ürperdiğinde
görüntüler karşısına çıkıyor, vücudu rüzgar geçirmez bir kalkana dönüşüyordu. Kaskatı
kesiliyordu. Kanı donuyordu. Kalbi yaşadığı sıcacık hayatın içinden buz gibi bir soğukluğa
ulaşmıştı. Kocaman gülümsemesi gözlerinden silinmiş, masumiyetine sivri başlı büyük bir
kılıç girmişti. Masumiyet akıyordu yolun ortasından ince bir çizgiyle. Anında buharlaşıyor,
karanlığın içinde ufak sisler oluşturuyordu.
İşte böyle öldürmüşlerdi onun enerjisini, yaşam sevincini, mutluluğunu, huzurunu,
kahkahasını. Onlar ölürken; doldurdu valizine; yalanları, dolandırıcılıkları, gaddarlıkları,
sırları, ahlaksızlıkları, şehveti, şevkleri, uçkuru… kötülüklerin hepsini koydu o valize.
Yürüyordu şimdi o uzun yolda. Sen gibi, ben gibi, hepimiz gibi…